Şair Gulîzer şimdiye kadar son kitabı “Ez û hemû jinên ruhê xwe/ben ve ruhumun tüm kadınları”[1] dâhil olmak üzere beş şiir kitabı var. Son kitabı ve ondan önceki kitabı olan Sindoqa Dirûnê arasında yedi yıllık bir zaman aralığı var. Gulîzer’in bu yedi yıllık arada şiirinin minimal duruşunu “nehir şiire” dönüştürdüğünü söyle biliriz. Zaten kitabın ana omurgasını oluşturan “Mal(analiz)” ve “Xumam” şiirleri aynı zamanda kendi içinde farklı isimlerle akıyor. Kitap iki bölümden oluşuyor “binbêjin/Kaburaltı” ve “Serbêjing/kalburüstü”.
Gulîzer toplamda otuz yedi şiirle tekrardan okurlarına merhaba, diyor. Şiirlere başlamadan önce şairin ithafı okuyalım okumakta fayda var; “Ruhunu kendi evi üzerine inşa eden her kadına/ruhunu bedeniyle birleştiren/bütünleştiren her kadına”. Bu ithaf okurlar için bir uyarıcı, gidilecek yolun göstergelerinden. Başarıya bir ithaf olarak okuyabiliriz, başarmış kadınlarına verilen bir selam aynı zamanda. Süzgeç/elek/kabur imgeleri ya da ona atfedilen anlamın karşılığı şiir kişisi için ve onu okuyanlar için farklı anlamlar bahşetse de akla ilk gelenin: bir şeyin başka bir şeyden geçip farklı bir forma girmesidir. Eleğin estetiğinden, sabrından damıtılmış dizelerin ortak noktası bizi “gazin/şikâyet”e götürüyor. Gazin’in tam karşılığı ‘şikâyet’olsa da şiirlerde bu anlamın ve anlamlandırmanın farklı kapılara vardırdığını da belirtmekte fayda var. Bunun ilk anlamından kopuşu, azade oluşu da şairin dizelerde bunu karşısına dikildiği/konumlandırdığıyla ve dilin olanaklarıyla üstesinden gelerek ilk anlama sırtını dönmüştür. Evet Kürtçe gazin tanımı yapabiliriz ilk bölüm için, ama Türkçedeki şikayetle birebir eşleştiğini söylemek doğru olmaz. Peki, buna ne diyebiliriz? İtiraz, ret ediş? Evet itiraz ve kabullenmeme ve karşıda konumlandırdığıyla uzlaşmadan sesleniyor. Tıpkı Bêjing’e yüklediğimiz anlamların yekpare olmayışı gibi kendi içinde üst üste açılan anlamlar kümesidir.
İlk bölümde biri nehir olmak üzere toplamda on üç şiirimiz var. On iki şiir kısa diyebileceğimiz minimal şiirler var. modern şiirin nasıl yazıldığını ve onun olanaklarından olan kelime tasarrufunu görüyoruz. Nasıl ki uzun şiirler ciddi bir risk altında kendini tamamlıyorsa kısa şiirler de bu riski taşıyor. Şiir en üst perde konuşmayı sever, az kelimelerle vurucu hatta yıkıcı olmak ister. Özellikle son yıllarda gelişen teknolojik hareketlerle hızın ve hızlı geçişlerin hâkim olduğu bu ara geçiş sürecinde şiirde payına düşeni alması burun çevrilecek bir durumdan daha fazlasıdır. Şiirin tarihsel misyonu her dönemin gerçekliğiyle olan sağlam ilişkisi ve kendini sürekli yeniden üretmesi çağının ruhunu yakaladığının göstergelerinden biridir. Şair kendi döneminin ozanıdır, içinde bulunduklarıyla mücadele eder, gösterir.
Dünya şiirinin geldiği nokta umut verici olmazsa da su akacak ve yatağını bulacak. Dünya küçüldükçe edebiyatta kendi içinde küçülüyor, kısa kısa ve hızlı tüketimle önümüzdeki on yılda daha fazla şiir göreceğiz lakin tadından ve tuzundan pekte haz almayacağımız bir şiir türü ortaya çıkacak. Okumaktansa dinlemeyi tercih edecekler. Üstüne de acılı soslu görseller ve fon müzikleriyle acılarının da acısını dinleyeceğiz, izleyeceğiz. Şiir matbudan uzaklaşıyor, çıkıyor, çıkması hayırlıdır! Şimdiden dijital dünyanın içinde kendine sağlam bir edinen şiir önümüzdeki yıllarda artık tamamen orada var olacak ve yaşamını bir sürüngen gibi devam ettirecektir. Şiir okuru artık video şiirler istiyor, görselliği zengin, sesi dolgun paylaşımlar talep ediyor. Şiirin geleceği nereye, diye soranlar oluyor. Şiirin geleceği dijital dünyada ve yapay zekâyla deste lemde var edecektir.
Lakin dijital mecraların yeteri kadar olmayışı Kürt şiirinin görünürlüğünü baya düşürdüğünü klenmiş yeni şiirler ve şairler göreceğiz. Kürt şiirin geleceği diğer halklara ait şiirler gibi kendini dijital â de dile getirmek gerek. Daha fazla dijital alanlara ihtiyacımız olduğu gerçeği karşımızda duruyor. Fransa’da şiir basan yayıncıların satışları yirmi âdeti geçmezken Kürdistan’da ve Türkiye’de şiir kitaplarının ikinci ve hatta üçüncü baskılarını gerçekleştiriyor. Tabi bu hileli bir durumdur. Kitapların üzerinde yazan baskı sayıları sizi yanıltmasın. Burada bu şaibeli ve hileli oyunların döndüğü o koskocaman ve güçlü yayınevlerini ve isimlerini tek tek yazabilirim ama bunların derin bağlantısından dolayı ve elimde belge olmadığından yazamıyorum. Lafın kısası çok satan şiir kitabı yoktur lakin bir şiiri on binlerce okuyanı vardır.
Kitaba dönersek;
Kitabın ilk şiiri “gazin”a güzel bir örnektir. Şiirin ismi “Şikestî/kırık”. “me destek nedît ku li vê jîyana me ya ji cî derketî bihata/bir el görmedik ki şu yerinden çıkmış yaşamda yerinden oturtsun”[s.11]. Yine birinci bölümün ikinci şiiri ülkeye ve vatana olan özlemin dile getirildiği, sitem ve hakikat ya da çıplak gerçeklik; “çend derîyên bajarê te hene lo!/te ez li ber her çar derîyan jî parsek hîştim”[s.12].
Okuduğumuz bu iki dize de “lo” sesi erkektir. “Lê” ise dişidir. Şair karşısına konumlandırdığının “erkek” olduğunu buradan çıkarabiliriz. Bu dize bana şehirlerin cinsiyetinin olabileceğini düşündürdü. Şair böyle bir çıkarımı var mı yok mu bilinmez ama merkezine kadını almış bir eserin şüphesiz karşı tarafı erkek ve onun zihniyetine üzerine verdiği savaş olunca böyle bir çıkarım yapma hakkı doğuyor. Ülkelerin hatta dünyanın erkek olduğu gerçeği şu iki dizede sadece “lo” da bile kendini nasılda dışa-vuruyor. Şair “Erbane” şiirinde şöyle diyor; “serê zimanê min jêkirin/bi birrekeke zengarî/hêdî hêdî…/bi êş…”[s.13]. Ziman, dil demektir. Yani şairin eserler yazdığı dilin yok sayılması, yok edilme tehdit altındadır. Kimdir bunlar bir dilin yok edilmesi için elinden geleni ardına bırakmıyor? Şiirde zengari/paslı bir testere vardır, dil onunla kesilir. Paslı çürümüş ve değdiği yere ölümü de getire bilecek bir özelliğe sahip. Dili o paslı testere imgesiyle kesilişinden bahseder. Karşıda konumlandırdığıyla giriştiği mücadele de karşısında paslı, çürümüş aynı zamanda medeniyetten yoksun bir zihniyeti sağlam, kendine özgü imleyişini okuduk.
Toprak, vatan, parçalanmak, dört parça, imledikleri ilk bölümün başat rolünü üstlenmiş olsa da dipten gelen, vurucu ve merkezde olduğu her halinden belli olan “Kadın Saçı” imgesidir. Nehir şiirde kadın saçı dır bahsedilen. Ax/toprak şiiri de toprağına/ülkesine olan özlemi ruhu teslim edilmiş, soğuk, beti benzi beyazlamış ve veyahut morarmış bedenin ait olduğu yere gömülüşün bir parça olsa da huzur ve güdülen davanın devamlılığına verilen selamın “ölüm” ve “dava”nın imleyişine bakalım; “heta li ber mirinê jî/mirov doza wê axê dike/ji bo veşartine laşê xwe/û gunehên xwe…”[s.17]. Gulîzer “Hewş” şiirinde erkek egemenler ya da dizelerdeki öznenin “kadın ruhunun” kapı kilidiyle ve ona açılan “hewş/avlu”nun yani yüreğin tek taraflı açılmasının altında yatanın kadının çektiklerinin ve onun toplum karşısındaki güvensizliğidir.
Kitabın Nehir Şiiri ve ilk bölümün son şiirinin merkezinde kadının saçının oluşu özgürlüğün, egemen erkek zihniyetin teşiri ve onunla girişilen savaşın imgesi olan “saç”. Gerici ve yobaz toplumlarda özellikle İslamcı ve şeriatçı yaklaşımın hakim olduğu sistemlerde ve ülkelerde kadının saçıyla girilen hakimiyet ve kontrol savaşının tüm şiddetiyle devam ettiği ve kadınların buna karşı verdiği mücadele özgürlüğü simgesi haline gelen “Saç”ın imleyişidir. İran İslam rejimi kadınlar üzerinden girdiği güç gösterisinde binlerce insan öldürüldü, zindana atılıp idam edildi. Çok uzaklara gitmeye gerek yok.İran rejiminin yobazlık ve gericiliğine karşı dalgalanan Jîna Amini’nin saçları tüm dünya kadınlarının ilgisini çekmiş ve yobaz rejima karşı dünyanın bir çok meydanında kadınlar meydanlarda özgürlüğü haykırdı. Jîna’nın şahsında açılan saçın bir daha örtülmemek üzere olduğunu iyi bilenler daha fazla toplumu kontrol etmek adına daha fazla kadın öldürüp zindanlarda işkence ve idamla cezandırıldı. Kadının saçı şüphesiz ki gericilerin, yobazların korkulu rüyası oldu ve hala o korku devam ediyor. Şimdi nehirden dizeler okuyalım:
[1]Dara Yayınları/2023